Trabzon‘un merkezi Zağnos, ister yürüme Moloz‘a inersin, istersen Zağnos Köprüsü’nden geçerek Ortahisar‘a ardından Tabakhane‘ye oradan da Uzun Sokağa bağlanırsın parke yollarında. Diğer tarafta Tanjant seni bekler, Gülbahar Hatun‘un önünden bir kaç adımda geçiverirsin oraya.
Artık kentsel dönüşümle çocukluğumuza dair ne varsa gitti, uzun uzun sevimsiz yapılar kaldı geriye. Atapark, Zağnos ve Gülbahar Hatun iç içedir zaten. Atapark‘ın o güzel ağaçlık parkından yürüyerek, Gülbahar Hatun Türbesi’nin önünde bir dua edilerek karşıya geçilir, Trabzon Devlet Tiyatrosu Haluk Ongan Sahnesi‘ne el sallayarak, solda kıraathane, oto lastikçi, tüpçü sonrası manzara bir anda değişir ve Trabzon Kalesi olağan heybetiyle bizi karşılardı.
Dar olan Su Köprüsü Sokak‘tan kendimizi aşağıya verirdik, sağlı sollu, samimiyet kokan mahalleden geçerek Şelale Sokak ile birleşirdik, hemen merdivenlerin dibinde Nihat Bakkal vardı, nerelerdedir bilinmez, yaşıyor mu yoksa hakkın rahmetine mi kavuştu. Nihat amca, gözlüklü, kel kafalı ama insan evladı bir adamdı. Az leblebi tozunu yemedik kendisinin. Şelale Sokak dere ile ayrılırdı, Dere Mahallesi derdik buraya, bazen pis kokular yaysa da orası bizim “boklu dere“‘mizdi, çocukluğumuz oralarda geçmişti.
Çocukluğumun Sokağı Şelale Sokak
Şelale Sokak‘ta devam ederken ya derenin karşısına geçip Bahçecik‘e ve kaleye doğru gideceksin, ya da sağdan ufak bir yokuşla Soğuksu‘ya devam edeceksin.Bizim deyimimizle bayırın başında, başkalarının deyimiyle yokuşun başında sağ tarafta ikinci bakkalımız şişko Şükrü Amca’nın dükkanı vardı. Hemen girişte sağ tarafta masasında oturur, içeri girdiğinde “Hoş Geldin” kelimesini eksik etmezdi, dükkanın hemen üstünde ailesiyle birlikte yaşardı. Bakkal açık değilse şayet bir şeye sıkıştığımızda ziline basar, aşağıya inmesini sağlardık. Sağolsun az kaprisimizi çekmedi, az veresiye yazdırmadık kendisine. Şükrü amcadan bana kalan çok fazla şey vardı. Dükkanında ilk girişte solda yerde bulunan koca koca 2,5 litrelik Pepsi‘ler hep dikkatimi çekerdi.
Hemen hemen Şükrü Bakkal‘ın karşısındaki alandan az yukarıdaki bizim için”Çobanoğlu Malikane” başkasına göre Mehmet Çoban‘ın evine kadar olan derenin yukarısındaki bölüm Fadime teyzelere aitti. Fadime teyze, bana Lokman diye seslenir, ara sıra bahçesindeki Tütün deposunda tütünleri serer hizaya getirirdik. Bazen tarlasında belleme yapar, bazen patatesleri ayıklardık, sonrasında da hakkımız neyse ganimetten biz de payımızı alırdık.
Şelale Sokak’a gelen toplu taşıma yoktu ya Soğuksu Caddesi‘nde minibüsten inip kendini aşağı salacaksın ya da Atapark‘tan yürümeye başlayacaksın.
Çobanoğlu Malikanesi
Çocukluğumuzun geçtiği, acıları, sevinçleri, hüzünleri, mutlulukları paylaştığımız, pembe 3 katlı bir bina ve bir de terası olan sonrasında da terasın bir bölümünü eve çevirdiğimiz Çobanoğlu Malikanesi, Mehmet Çoban‘ın eseri, aşından, tırnağından eksiltip yaptırdığı yer.
Şimdi yeller esiyor bu yerlerde. Ne misket oynadığımız çukurlar mevcut ne de bilyalı sürdüğümüz yollar. Hepsi birer birer gitti ellerimizden, geriye kalan yüksek yüksek binalar ve Vadi diye tabir edilen çay bahçeleri. Oysa ki ne mutluyduk orada ne güzel zamanlar geçirmiştik Fadime Teyze’ni bahçesinde. Saflık, temizlikti Şelale Sokak namı diğer “boklu dere” mahallesi.
Bahçemizde tavuk kümesi vardı, 3-5 tavuk bir de horoz, sabahın olmasını zor beklerdim kümesten yumurtaları almak için. Tek bir incir ağacının gölgesinde bazen dinlenir, bazen de ananemin ektiği marullardan toplardık. Huzurluyduk, ne dert vardı ne tasa. Eskilerin mahallesiydi “boklu dere“.
Eskiler Gitti, Yeniler Geldi
Şimdi ise hiç bir şey geriye kalmadı bu yerden, her taraf TOKİ oldu, aldı başını gitti, samimiyet mi o hiç kalmadı işte. Komşuluk mu? O biteli çok oldu. Şimdi bir ışık saçılsa ve küllerinden doğsa Erdoğdu, yine aynı samimiyet ve yine aynı duygularla…
Ne çok yaşanmışlıklar var halbuki bu mekanda. Şimdi ara ki bulasın onları, Bakkal Şükrü’yü, Fadime Teyzeyi, Nihat Bakkalı…
Hadi tekrar rüyalara dalalım ve çocuk olalım, o eski güzel mahallelerimizde bir gezintiye çıkalım…