Herkes eski bayramlardan bahseder, hani o eski bayramlar diye. O eski bayramlar artık 70’ler, 80’ler belki de 90’lar için yok oldu. Değerlerimizi birer birer kaybettik. Belki de büyüdük, büyüdükçe hissizleştik. Aslında hissizleşmek değil de belki de değiştik.
O eskileri düşünüp düşünüp, hüzünlendik, Hüzünlendik evet, hem de eskileri yad ederek duygusallaştık, yeri geldi gözlerimizden bir kaç damla tuzlu yaş süzüldü yanaklarımızdan aşağıya. Evde bayram temizliği yapılır, bol fındıklı baklavalar açılır, börekler pişirilirdi. Misafirler için misafir odası açılırdı. Bir hafta önce alınan bayramlıkları giymek için arifeden, sabahın olmasını iple çektik, hatta gece anne babamız görmeden, deneme amaçlı, o tertemiz, yesyeni, mis gibi kokan elbiselerimizi, gömleklerimizi, gısgıcır ayakkabılarımızı giyer ve hızlıca çıkarırdık. Uykusuz gecenin ardından, sabah olurdu. Gözler biraz şişkin, biraz yorgun ama heyecanlıydık. Elimizi yüzümüzü yıkadıktan sonra, mis gibi kokularımızı sürer, normal kıyafetlerimiz ile evin en yakınındaki camiye giderdik. Cami’ye giderken de temkinliydik, acaba dolu mu? Acaba bu soğuk günlerde dışarıda mı kılacağız namazı diye, bizim çocukluğumuzda bayramlar soğuktu, bazen kar, bazen yağmurlu ama bir o kadar da samimiydi.
Uykulu uykulu namaz
Bayramlarda her namaz kılınışında sağa sola bakar,acaba doğru mu kılıyorum diye kendimize sorardık, amannnnnn yanlış kılarsak da gülmezler bize diye kendimizi avuturduk. Önce amcalar rükuya gider, sonra birlikte secdeye varırdık. 2 rekatlık namazın ardında, hutbenin bir an önce bitmesini beklerdik. Ne de olsa evde yeni kıyafetlerimiz bizi beklerdi. Hutbe biter, mahalle sakinleri ile caminin için de bayramlaşma başlardı. En yakınında olan baban, sonra diğer komşular, amcalar, dayılar, dedeler derken bayramlaşma uzar giderdi. Samimiyet vardı.
Eve gelir anamızın eli öpülür, sonra hemen odana gider, yeni kıyafetler giyilirdi. Ailecek bir kahvaltının ardında, köy yolları gözükürdü sana. Cep telefonu yoktu, özel araba yoktu, teknoloji yoktu, ama çocukluk vardı. İçinde bir heyecan vardı. Mahalleli teyzeleri hızlıca ev ev gezer, eller öpülür, şekerler, çikolatalar, harçlıklar toplanırdı. Çikolata ikram eden evler, diğer arkadaşlara da haber verilirdi. Eh onlarında bundan nemalanması gerekirdi. İkram edilen çikolatalar, şekerler kaliteli ise “Teyze, bir tane da arkadaşıma alabilir miyim?” denir ve fazlasıyla alınırdı.
Hadi şehirde işimizi birdirdik, şimdi köy zamanı, O minibüsten in, bu minibüse bin. O dağ yolundan yürü, bu gafulluktan geç, köy evine var…
Eller öpülür, gönlü büyük(!) amcalardan teyzelerden harçlıklar toplanırdı. Harçlıklarla köy bakkalına gidip, mantar tabancası, kızkaçıran, Cino, misket, toz leblebi vb. alınır sırasıyla tüm alınanlar değerlendirilir, oyunlar oynanır ve gün noktalanırdı. Çocuktuk, hiç bir şeyi görmezdi gözünüz, pembe rüyalarımız vardı sadece. Tertemiz elbiselerimiz, gısgıcır ayakkabılarımız, ha bir de umutlarımız vardı.
Güzel günlerdi, mutluyduk, huzurluyduk, heyecanlıydık. Bir birimize bağlılığımız vardı, örflerimiz, adetlerimiz vardı. Çocuk kalplerimiz vardı,
Ya şimdiki bayramlar?
Büyüdük, kimine göre adam olduk, kimine göre çocuk kaldık. Ama her bayram zamanı hüzünlenmeye başladık. Olgunlaştık, ama çocukluğumuzu asla kaybetmedik. İçimizdeki çocuğu her zaman dışarı çıkarmak ümidiyle.
İçinizdeki çocuğa iyi bakın ve onu mutlaka her fırsatta dışarı çıkartın. Hüzünlenin, ağlayın, hatta zırlayın(!), ama asla benliğinizi unutmayın!