Yağmurlu bir hafta sonunun bizi beklediği günler öncesinden Meteoroloji tarafından yazılıp, çizilse de bizim yaptığımız programın önüne geçemedi bu haberler. Murat kardeşimin askerden gelmesinin üzerinden daha kısa bir süre geçmiş olması sebebi ile onu kırmamak(!) adına bu programı gerçekleştirmemiz gerekiyordu. Geçen hafta yapmış olduğumuz sohbet esnasından, benim tarafımdan ortaya atılan “Adaya gidelim mi?” fikri, sonuca ulaşıyordu. Heybeliada…
Cumartesi akşamı buluşmasında, gitmekle-gitmemek arasında kaldığımız Heybeliada turumuzu gerçekleştirmek için son engel olan ERGÜN kardeşimden de onayı aldıktan sonra, spontane bir program kendimize çizdik.
Pazar günü sabah erken saatlerde uyandıktan sonra, ufak bir kahvaltı sonrası Bostancı iskelesine doğru yola koyulduk. Keşke yolu bilen bir şoförümüz olsaydı. Yolu biliyor musun diye sorduğum Ergün’den gelen cevap “Karışma bende.” cümlesiydi. Nitekim, böyle olmadı, düz yoldan gitmesi gereken yere, dağ yolunu tercih ederek, Bostancı’ya biraz daha geç saatte gelmemize sebep oldu. Aracımızı İSPARK Bostancı sahil otoparkına çektikten sonra adalara seferler düzenleyen Mavi Marmara iskelesinde kendimizi bulduk. Saat 09:40’dı ve 09:30’da adalar seferi hareket etmişti. Bir sonraki sefer 10:20’de idi. Bu beklemek anlamına geliyordu. Peki 09:30 seferine yetişemeyişimizin sebebi neydi ? “Karışma bende” diyerek yolu karıştıran Ergün idi.
Sabah Bostancı sakindi, hava biraz serin, yağmur ha geldim, ha geleceğim diyen gri butlar içerisinde kendini kapatmış bekliyor gibiydi. Bir anda iskele dolmaya başladı, önce bir okul öğrencileri velileri ile gelmeye başladı. Sonrasında 42 kişilik bir yerli turist kafilesi geldi. Biz motora binmek için ön saflarda yerimizi almıştık. Demek bu havada adaya giden tek deli bizler değildik. Kapılar açıldı ve hurra kendimizi motorun içine doğru attık. En sağ arka kısımlarda prizin bulunduğu dörtlü koltuğa oturarak yerlerimizi aldık. Bu gibi seyahatlerde şarj önemliydi, sosyal medyayı beslememiz gerekiyordu. Bunun için telefonlarımızın şarjlarının yeterli miktarda bulunmasına azami önem veriyorduk. Sırayla yanı başımızda bulunan prize telefonlarımızı takarak ortalama bir şarj yüzdesi seviyesi yakaladık :). Note 4’ün nimetlerinden yararlanacak Motor’da yaptığımız bir şakacık da bize kalsın, değil mi Murat ve Ergün :)
Motor, önce Büyükada sonra Heybeliada‘ya uğrayacaktı. Yaklaşık 40 dakikalık bir yolculuğun ardından Büyükadaya‘ya vardık. Motorda bulunan bir çok kişi burada indi. Hemen hareketle Heybeliada‘ya yönünü çevirdi motor. 10 dk sonra Heybeliadadaydık.
Motordan iner inmez iskelenin karşısında sizi çay bahçeleri karşılıyor, İstanbul Prenses Adaları‘nın en yeşili olan Heybeliada, 4 tepeden oluşuyor ve bu tepeler üzerinde yer alan kızılçam ormanlarıyla kaplılar. Eski adı Yunanca bakır anlamına gelen “Halki” dir.
Önce biraz adayı turlayalım sağa ve sola sonra ne yapacağımıza karar veririz diyerekten, önce sol tarafa doğru ilerliyoruz. Sağlı, sollu dükkanlar, yemek alanları, kiralık bisikletçiler, dondurmacılar, marketler ve en sonda da ünlü Deniz Lisesi ve ona bağlı binalar bizi karşılıyor. Hemen sağından yokuş yukarı çıkarken ahşap ada evlerinin güzelliği karşısında büyüleniyoruz.
Ada sakin ve sessizdi, bisikletlerini kiralayanlar yollara düşmüştü bile. Deniz Lisesi‘nin hemen üst paralel sokağından sağ tarafa doğru bu kez biraz da gezelim dedik. Gezerken bisiklet kiralayan dükkanlara da fiyat sorarak, fiyat araştırması yapmaya başladık. Tekrar sahil kısmının sağ tarafına doğru biraz yürüdük. Burada müşterilerini bekleyen faytonlar, balıkçılar vardı. Hem fayton hem de bisiklet için geçerli 2 çeşit tur bulunuyor. Büyük Tur ve Küçük Tur. Faytonların fiyatı 35 TL civarında imiş. sonra bisikleti kiralayacağımız dükkana karar verdik. 50 TL karşılığında gün boyu(Saat 18:00’a kadar) 3 adet sepetli bisiklet kiraladık. Sonrasında yiyecek içecek temini için girdiğimiz bir marketten gerekli erzaklarımızı aldıktan sonra. Bisikletlerimizde bulunan sepetlere dağılımı yaparak nerelere gideceğimiz konusunda istişareye başladık.
İlk hedefimiz Bayrak Tepe olacaktı. Sonrasında Senatoryum‘u görecektik. Akabinde rotamızı kendimiz belirleyecektir. Yaklaşık 40 dakikalık bir yolculuk sonrasında, kah biz bisikletin üzerinde, kah bisiklet bizim omuzlarımızda, kah merdivenlerden yürüyerek, kah yokuş yukarı çıkacak sonunda Bayrak Tepe‘ye vardık. Bu varışımızda küçük sahada top oynayan çocuklar bizi karşıladı. “Hadi abi maç yapalım” tekliflerini maalesef yorgun ve bitik durumda olduğumuzdan geri çevirmek durumunda kaldık. Tepe’de rüzgar esiyordu, terlemiştik ve hasta olmamamız gerekiyordu. Rüzgarla birlikte dalgalanan şanlı Ay yıldızlı bayrağımız mükemmel görünüyordu. Orada gördüğümüz bir yerli arkadaştan Senatoryum‘a nasıl gideriz diye yardım talep ettik. “Patika bir yol var isterseniz oradan aşağı inersiniz ama bisikletle zor olur, isterseniz diğer taraftan dolaşırsınız” dedi.
Biz zor olanı seçtik ve patika yoldan aşağı bir miktar bisikletle gittikten sonra. Ellerimizde bisikletler ile aşağı Aşıklar Yoluna doğru indik. Sol tarafımızda Ortodoks mezarlığı vardı. Burada da bir miktar dinlendikten sonra, bisikletlerimizle sağ tarafa doğru şarkı söyleye söyleye ilerlemeye başladık. Yolun alt kısmına baktığımızda muhteşem bir koy orada vardı. Ama oraya nasıl inecektik. Aşıklar parkında spor yapan 2 amcaya rastladık. Amcalardan biriyle bir müddet sohbet ettik. “Siz ters tarafa gidiyorsunuz. Diğer taraftan çok daha rahat oraya inersiniz” dedi. Rotamızı değiştirerek bu kez sol tarafa doğru geldik. Tekrar Ortodoks ve müslüman mezarlıklarının önünden geçtikten sonra bir yol ayrımına vardık. Bu kez orada spor yapan başka bir hanımefendiye rastladık, aşağıdaki koya nasıl ineceğimizi sorduğumuzda sağdan direk aşağıya oraya varabileceğimizi iletti.
Aşağı inerken sol tarafta bulunan Askeriye önünde nöbet tutan asker arkadaş ile kısa bir sohbet sonrası, Senatoryum‘un kapısına varıyoruz. Senatoryum atıl durumda, sanırım kiralanmak için birilerini bekliyor(!) Burası Heybeliada’nın simgelerinden biri, tam olarak içine giremesek de dışarıdan baya bir harap olmuş gibi görünüyor. Türkiye’nin ilk Verem Hastanesi. Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla 1924’de açılmış. Sonrasında 1980 yılında devlet desteği kesildiğinden ayakta durması zorlaşmış. Bu şartlar altında yaklaşık 25 sene daha ayakta kalmış ve 2005 yılında kapatılmış. O günden bugüne kadar bir çok uzman yetiştirmiş ve bir çok kişi burada şifa bulmuş. İsmet İnönü, Rıfat Ilgaz, Ece Ayhan burada şifa bulan ünlülerden. Buranın yetiştirdiği en ünlü uzmanlar arasında Prof. Dr. Siyami Ersek geliyor. 18 Ekim 2009’da çıkan bir yangında çok fazla zarar gördü. Halen bu durumda beklemektedir.
Biz yolumuza devam ediyoruz. Aşağı doğru inince muhteşem bir koy, Çam Limanı bizi karşılıyor. Sakin, dalgasız bir deniz, mis kokular içerisinde sahilde bir masaya oturuyoruz. Aşağıdan bakıldığında Senatoryum tam olarak görünüyor. Çam Limanı bizim dinlenme mekanımız oluyor. Sağ tarafımızda bulunan balıkçı barınağı görünümlü büfeden muhteşem bir klarnet sesi geliyor. Keyifler yerinde bu Liman’da. Biz de buraya uyum sağlamak için içeceklerimizi çıkarıyor ve hem manzaranın hem de güzel havanın keyfini çıkartmaya çalışıyoruz. Yazın buralar çok kalabalık oluyormuş, 3 adet tesis bulunuyor burada denize girmek için. İsterseniz çadır yeri de kiralayabiliyorsunuz.
Sosyal Medya’nın güzelliklerinden yararlanacak Çam Limanı‘nda yapılan Check-in sonrası eski iş yerinden arkadaşımız Kazım’ın da burada yaşadığını anlıyoruz. Arkadaşımız kısa süre sonra elektrikli scoteri ile yanımıza geliyor. Havadan, sudan derken zaman hızlıca akıp gidiyor. Yemeğimizi ve içeceklerimizi tükettikten sonra artık geri dönüş yoluna geçiyoruz. Aşağı inmek iyiydi, şimdi biraz tırmanma zamanı, Çam Limanı‘ndan sonra bizi zorlayacak bir kaç tane yokuş buluyordu. Aşması güç ama hedefe yani tekrar başladığımız yere ulaşmamız gerekiyordu.
Çam Limanı‘nın sonunda sağda Sağlık Bakanlığı’nın Dinlenme Tesisleri, Kızılay Gençlik Kamp Merkezi bizi karşılıyor, bol bol sevimli köpekler var. Birine sevimlilikle yaklaşıyorum, napıyorsun diyorum yüksek seslerle havlamalarla cevap alıyorum. Bisikletlerimizi yavaş yavaş yukarı doğru iterek ilk zorlu yokuşu atlatıyoruz. Elektrikli motoruyla arkadaşımız da bize eşlik ediyor. Yukarı vardığımızda Çam Limanı’nın muhteşem manzarası bizi karşılıyor.
Alp Güngören yolundan devam ederken 4-5 tane bankın bir arada bulunduğu bir seyir terası bizi karşılıyor. Buradan manzaraya bakmak da muhteşem yine. Biraz ileride sol tarafımızda ormanlık bir alan kalıyor. oradan içeri doğru giriyoruz. Bizi Terki Dünya Kilisesi karşılıyor. Murat içeri girerek oradan fotoğraflar çekiyor ve yolumuza devam ediyoruz. Tekrar ana yola çıkıyoruz, Alp Göngören yoluna devam ediyoruz. Heybeliada At Ahırları İnşaatı tabelası bizi karşılıyor. Büyük bir alan, bir çok kulübe mevcut, fakat inşaat henüz başlamamış, faytonlar, atlar ve sahipleri akşamları burada kalıyormuş. Çok hoş bir ortam değil, umarım inşaat başlayıp, bittiği zaman daha bir güzel görünüme kavuşacak.
Pedal çevirmekten ayaklarımızda hal derman kalmamıştı artık. Şansımıza artık yollar ya düz ya da yokuş aşağı idi. Televizyonların bas bas bağırdığı hafta sonu yağmur haberleri Heybeliada’da geçerli olmuyordu, bir kaç ufak yağmur tanesi süzülürken gökyüzünden sonrasında hemen duruveriyordu. Şansımız bu yönden de yaver gitmişti. İlerliyoruz durmak yok. Kablo Mesire yeri tabelasını görüyoruz. Hemen denize doğru kocaman Pembe bir köşk. Yanımızdaki arkadaşa kimin bu villa diye soruyoruz. Şadan Kalkavan‘a ait köşkmüş. Muhteşem, ihtişamlı. Heybeliada’da zaten bir çok ünlü isme ait köşk bulunuyormuş. Refah Şehitleri caddesinde yer alan yol üzerinde bir çok köşk yer alıyor. Bunlardan en ünlüsü İnönü Evi olarak bilinen, şu an müzeye dönüştürülen fakat tadilatta olan Atatürk’ün de bir süre kaldığı Mavromatis Köşkü. Burada da kısa bir bilgi almanın ardından, geldiğimiz yoldan biraz geri gelerek aşağıya doğru iniyoruz. Ada’nın en büyük mesire alanlarından biri Değirmen Burnu mesire alanı bizi karşılıyor, İstanbul karşımızda. Muhteşem bir manzara. Normalde buraya giriş paralı, yalnız yanımızda ada sakini bir arkadaş olunca biz ücret ödemeden, buradan gezerek geçiyoruz. Değirmen Burnu‘nda vakit geçirmek için bir çok aktivite bulunuyor. Oyun alanları, mangal yerleri, top sahası vb.
Pedallarımızı yavaş yavaş çevirerek yolumuza devam ediyoruz. Artık yorgunluğumuz son noktaya geldi. Az bir mesafe kalmıştı merkeze inmemize, biz son düzlüğü de geçmiştik. Artık yokuş aşağıda kendimizi bırakacaktır. Nihayetinde sahile indik. Sahile indiğimiz yer, balıkçıların olduğu, yani iskelede motordan indikten sonra sağ tarafta kalan bölümdü. Biz tamamen adayı dolaşmıştık. Gittiğimiz yerin tersinden, yolları karıştırmadan muhteşem bir rota yapmıştık.
Bisikletlerimizi teslim edip, gerekli kimlik ve evraklarımızı aldıktan sonra, ada sakini arkadaşımızın işletmiş olduğu pansiyonda bir yorgunluk çayımızı içelim dedik. Koltuğa oturduğumuzda ne kadar yorulduğumuzun farkına iyice vardık. Artık Ada’dan ayrılma zamanıydı saat 16:15’di ve 16:20’de motor kalkacaktı. Hızlıca iskeleye doğru gittik. Yorgun, argın ama muhteşem bir günü geride bırakıyorduk. Motora binerek Bostancıya doğru yola çıktık.
Muhteşem bir haftasonu kaçamağı idi, ÜMİT EĞRİOĞLU, ERGÜN ALTUNKAYNAK, MURAT KARAKAL ve belli bir yerde bize rehberlik eden değerli kardeşim KAZIM’a en büyük sevgilerimle.
Yine, yeniden, spontane geline bir rotada görüşmek üzere.