Uzun zamandır konuşulan fakat bir türlü aksiyona geçiremediğimiz Edirne seyahati için 2 hafta öncesinden tüm planlar yapılmış, iş akışları oluşturulmuş, tüm risk analizleri yapılmış ve artık beklemeye başlanmıştı.
Sayılı zaman çabuk geçerdi. 12.11.2016 Cumartesi günü Trakya’nın incisi Edirne’yi tavaf etme günüydü. Edirne, Yunanistan ve Bulgaristan’a sınırı olan yaklaşık 165.000 nüfuslu, Türkiye’nin en batısında yer alan 22 plaka numarası ile sınır şehrimiz. Sabah erkenden kalkılacak ve Avrupa yakasında bekleme noktasında buluşulacaktı. Geleceklerden 2 fire(Erkan ve Oğuzhan) vermiş olsak da yolumuza 6 kişi olarak devam edecektik.
Cumartesi sabah erkenden planlanan şekilde Ayhan abi beni evden alacak, Avrupa yakasında öncesinde Fatih Bey’in konumunu paylaştığı yerde buluşulacak, Fatih Bey’in arabası ile diğer bekleme noktası olan Metro Tesisleri’ne gidilecek ve 2. Grup olan Umut, Gürkan ve Şefik ile buluşulacaktı. Nitekim plan tam olarak bu şekilde işlese de proje planında hesaplanandan 30 dakika daha geç bir saatte 2. Grup ile Metro Tesisleri’nde buluştuk.
İçerikler
Eğlence başlasın artık
Sabahın ilk saatleri, hafif soğuk, sisli ve puslu bir İstanbul günüydü. Öncesinden hava durumlarına bakılmış ve havanın Edirne’de güzel olacağı, belli aralıklarla yağış geçişleri olabileceği bilgisini almıştık. Börek, poğaça ve simitlerle günaydın diyorduk güne. Ufak bir atıştırmanın ardından yola koyulma zamanı idi. Yaklaşık 250 km’lik bir yolumuz vardı, 2 gruba ayrılmış ve 2 araba olarak yolumuza devam edecektik. 1. Grupta Umut, Gürkan ve Şefik Mercedes arabası ile yarışırken, 2. Grupta Fatih bey, Ayhan abi ve bendeniz Ümit Kia araçla yer alıyorduk.
Eğlenceli ve bir o kadar da keyifli bir yolculuğun ardından Edirne’ye 20 km kala Edirne Belediye Başkanı Sayın Recep Gürkan, Fatih Beyi arıyordu. Neredesiniz bilgisini almıştı bizden Başkan, ilk hedefimiz Edirne Belediye Binası olacaktı.
Edirne merkeze girişte Fatih Bey uyarıyordu,
Bak burada hız sınırı 50 km, gelirsen buraya bunlara dikkat et. Şu gördüğün kutuların içinden fotoğrafını çekiyorlar, o kadar güzelde çıkıyor ki o fotoğraflar.
diyordu. Sabah erken kalkmamıza rağmen, yeni bir yerleri göreceğimden dolayı inanılmaz derecede motive olarak güne başlamıştım. Tek motive ben değildim aslında, 2 grupta da yer alan herkes motiveydi.
Edirnedeyiz
Edirne de, İstanbul gibi sisli, puslu ve hafif soğuktu. Eski Edirne diye tabir edilen yere geldiğimizde ihtişamlı Selimiye Camii sağımızdaydı, hemen yanında bulunan otoparka aracımızı çekiyorduk, herkes bir taraftan fotoğraf makinaları ve cep telefonları ile Selimiye Camii’ni fotoğraflamaya çalışıyordu. Hemen otoparkın yanında yer alan ve proje planımızda uğranacaklar yerler arasında bulunan Arslanzade’ye uğruyor selamımızı veriyor, bir iki ufak tadımdan ve Arif Meriç’in muhteşem şovundan sonra Selimiye’nin yanından aşağıya doğru kendimizi Belediye Binası’na doğru salıyorduk.
Arslanzade Arif Meriç Show
1900 yapımlı Belediye Binası tüm ihtişamı ile bizi karşılıyordu. Bugüne kadar Belediye Binası olarak inşa edilen ve sadece bu amaçla kullanılan Türkiye’deki tek bina imiş burası. 7 basamaklı mermer merdivenleri çıkarken güvenlik görevlisi arkadaş tüm samimiyetiyle bizi karşılıyordu. Başkana geldiğimizi iletiyor ve kendisi bizi başkanın beklediğini söyleyerek odasına doğru yönlendirdi. Edirne Belediye Başkanı Sayın Recep Gürkan, güler yüzüyle bizleri karşıladı odasının girişinde, hemen içeri buyur etti bizleri. Yaklaşık 30 dakikalık bir sohbetin ardından kendisi için hazırlattığımız 22 numaralı arkasında kendi isminin yazılı olduğu formayı kendisine hediye ettik ve fotoğraflarımızı çekildik. Recep Başkan da bizlere Kırkpınar özel mumundan hediye etti. Sonrasında Belediye Binası’nı bize gezdiren ve tarihine ait bir çok önemli bilgi veren başkandan, tarihe yolculuk zamanıdır diyerek müsaade isteyerek binadan ayrıldık.
İlk hedefimiz Selimiye Camii idi. Hemen ilk girişte bizleri ihtişamlı görüntüsü karşılıyordu. 1574 yılında Osmanlı Padişahı II. Selim’in, o dönem 90 yaşında olan Mimar Sinan’a yaptırdığı ve “ustalık eserim” dediği Selimiye Camisi gerek Mimar Sinan’ın gerek Osmanlı mimarisinin en önemli yapıtlarından biridir. 2011 yılında Unesco Dünya Mirası listesine eklenmiştir.
Caminin içesinde yer alan hat, çini ve mermer işçiliği mükemmel seviyede yapılmış. Bu sırada Edirne Turizm ve İl Müdürü Sayın İrfan Özcan ile karşılaşıyoruz Selimiye Camii’nde, Edirne’ye gelirken uğranacak kişiler arasında yer alıyordu Sayın Müdür, engin bilgi ve deneyimiyle Selimiye’nin tarihinden bahsetti bizlere. Selimiye’ya ait özel alanlardan Çilehane ve Hünkar Mahfili bölümleri gördük, çok güzel ve özel yerler buralar. Ters Lale motifi Selimiye’nin belki de en ilginç özelliklerinden biri, Müezzinler Mahfeli’nin kuzeydoğu yönünde, köşedeki mermer ayağında yer almaktadır. Neden ters lale motifi olduğuyla ilgili bir çok söylem yer bulunmaktadır. Buradaki seyahatimizi tamamlayarak hemen yan tafta bulunan Türk İslam Eserleri Müzesi’ne gidiyoruz. Selimiye Camii’nin Dar’ul Hadis Medresesi’nde yer alan müzede; 14 oda, dört galeri ile avluda sergi yapılmaktadır. Burada odaları tek tek gezerken Güvenlik Görevlisi olan fakat Arkeolog olarak eğitimini tamamlayan arkadaş bize eşlik etti. Çok detaylı olarak tüm odaları gezerek bize bir çok bilgi aktardı. Sonrasında müze bahçesinde hoş sohbet eşliğinde çaylarımızı yudumladık. Biraz olsun dinlenme zamanıydı. Ayhan abi ile İrfan Müdür Selimiye Cami’sinde Horasan Harcının olup olmadığından, Horasan Harcının içinde neler olduğuna kadar konuşuldu. Benim bu konuda tek anladığım ise, yumurta içinde kuş tüyü vb. olduğuydu. Selimiye’nin manzarasında çayımızı yudumlamak tüm yorgunluğumuzu alıp götürmüştü.
Yemek zamanı
Öğle saati gelmişti, artık yemek zamanıydı. Orası, burası derken Turizm İl Müdürümüz İrfan Bey’in de yönlendirmesiyle Edirneli Köfteci Osman’da karar kıldık. Bu sırada yolumuzun üzerinde ve Talatpaşa Cad. üzerinde yer alan Ulu(Eski) Cami’yi ziyaret edelim dedik. 1414 yılında açılan ve zamanımıza ulaşmış ilk orijinal abidevi yapı olarak da biliniyormuş. Caminin beyaza boyanmış duvarları ve payeleri üzerinde 18. ve 20. yüzyıllarda yazılmış çeşitli yazılar yer almaktadır. Cami’de kullanılan tüm renklerin bir örneği, restorasyonlarda ilerideki nesillere yardımcı olması amacıyla paletler halinde sergilenmiş bu camide.
Yine İrfan Müdür burada da bizlere bir çok bilgi aktardıktan sonra hemen aşağıda Kuyumcular sokakta yer alan Köfteci Osman’ın Bedesten şubesine gittik. Şefik hariç herkes yarım köfte, yarım ciğerli şeklinde taleplerini ilettiler. Şefik, ciğer sevmediğinden sadece köftede karar kıldı. Orta gelen piyazı İrfan Bey acı sos ile birleştirerek müthiş bir karışım elde etti. Yemek sonrası yediğim Edirne Tava Ciğeri biraz beni şoka uğrattı, beklentimin çok altında kalmıştı. Çay ikramını geri çeviriyorduk, özel olarak kahvelerimizi içeceğimiz yer de vardı Fatih Bey’in hazırladığı seyahat planında. Selimiye Camii’nin ön kısmında yer alan, minarelerin manzarası eşliğinde Ciğerpare Cafe’ye gittik. İç kısmı çok otantik bir şekilde dizayn edilmişti, biz bu güzel havada dışarıda oturarak önce kahvelerimizi sonra çaylarımızı içerek sohbet ettik.
Saat 14.00 civarı olmuştu. Hava erken karardığından öğleden sonrası için biraz hızlandırılmış tur yapacaktık. Şimdiki hedefimizde çok fazla kişinin bilmediği fakat Edirne için çok değerli olan Hıdırlık Tabyaları vardı. Buraya giderken, Maarif Caddesi üzerinde yer alan Edirne Sinagog’unu da arabanın içerisinden gördük. Şu an aktif olarak ibate açık kullanılmaktadır.
Edirne Tabyaları Osmanlı-Rus ve Balkan Savaşları sırasında Edirne’nin savunulması amacıyla yapılmış. Hıdırlık Tabyası, yaklaşık 1800 metreyi bulan çevresi ile Edirne’deki en büyük tabyaymış. Nizamiye Ana Giriş Binası, Koğuş Binası, Topçu Odaları, Topçu Bataryaları (Top Mevzisi), Hendek ve Avlu’dan oluşmaktadır. Çoğu kişi Şükrüpaşa Tabyaları’nı bilir fakat, Hıdırlık Tabyası Sayın İrfan Özcan tarafından Edirne’ye kazandırılmış ve üzerinde çok büyük emekleri olan bir tarihi eser. Her santimetresinde tarih kokusunu alabileceğiniz, Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan’ı çok net görebileceğiz bir yerde bulunuyor. İrfan Müdür yine bu alanda bizlere doyumsuz bir tarih dersi verdi, tabyaların altındaki tünellerden, balkan soğuklarının nereden geldiğine kadar bir çok derin bilgiyle bizleri kendine hayran bıraktırdı.
Hava bazen esiyor, bazen yağmur atıştırıyordu. Şimdiki hedefimiz Sağlık Müzesi, tam adıyla Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi’ydi. Müze müdürü bizi karşıladı kapıda, ardından grup halinde gezmeye başladık müzeyi. Hastalar tarafından duvarla çizilen resimler, çok ilginçti. Bu müze beni baya etkilediğinden Wikipedia’dan alıntı olarak koyduğum detaylı açıklamayı aşağıda bulabilirsiniz.
Külliye içinde 1488’den beri yer alan darüşşifa (hastane), 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na kadar aralıksız 400 yıl boyunca önceleri her türlü hastaya; sonraları sadece ruh ve akıl hastalarına hizmet vermiş bir sağlık kuruluşudur. Geçmişte hastalarının müzik, su sesi ve güzel kokularla tedavi edildikleri bu tarihi mekân. Müzeyi oluşturan yapılardan darüşşifa, iki avlu ve şifahane olmak üzere üç bölümden oluşur:
- Birinci avluda, poliklinikler (göz mütehassısı, cerrah, nöbetçi odaları), kiler, özel diyet mutfağı, bekçi odaları, akıl hastaları tecrit odası, ilaç olarak kullanılan şurupların pişirildiği mutfak ve personel odaları bulunurdu.
- İkinci avluda 4 oda ve 2 sofa bulunur. Geçmişte odalardan ikisi ilaç deposu ve eczane olarak, diğer ikisi de üst düzey personelin kullanımına tahsis edilmişti.
- Şifahane bölümü, hastanenin yataklı kısmıdır. Bu bölüm 6 kışlık oda ile 5 açık sofadan oluşmaktadır. Sofalardan 4’ü yazlık yatak odası biri de musiki sahnesidir. Odalar ve sahne büyük ve yüksek bir kubbeyle örtülü şadırvanlı bir salon etrafında çevrelenmiştir. Odaların dış bahçeye, iç salona açılan pencereleri vardır. Ortadaki büyük kubbenin tepesindeki fenerden gelen ışık iç mekânı aydınlatır ve havayı, pis kokuları dışarı atar. Bir merkez çevresinde toplanmış hasta odaları az personelle hizmet verilmesini sağlar. Personel tüm odaları kolaylıkla gözetleyebilir ve gereğince acil olan hastaların yardımına koşarlar. Bu bölümün yapısında akustik sistemi de oldukça hassastır. Haftada üç gün verilen musiki konserleri yankılanmadan binanın her tarafından rahatça dinlenebilir.
Tıp Medresesi, 18 öğrenci odası, bir dershane ve bunların açıldığı bir orta avludan oluşur. Bu bölüm bekçi odası, öğrenci odaları, uygulamalı eğitim odası, müderris odası, dersane ve kütüphane olarak mankenlerle canlandırılmıştır.
Kaynak: Wikipedia
Sarayiçi bölgesine gitmek üzere Sağlık Müzesi’nden ayrılırken, yolda gördüğümüz tarihi yapılar hakkında da değerli müdürümüz İrfan Özcan bizlere bilgiler aktarıyordu. Sarayiçi bölgesine geldiğimizde yine müdürümüzün katkıları ile restorasyonu tamamlanan mutfak bölümü bizi karşılıyordu. Önümüzde saraya ait kalıntılar vardı. Edirne Sarayı, Topkapı Sarayı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük sarayı olduğu söylenmektedir. Projesi hazırlanan Sarayiçi Bölgesi için restorasyon çalışmaları için onay beklenmektedir. Umarım Sayın İrfan Özcan önderliğinde bu proje de en kısa sürede hayata geçer.
Arabalara binerek hemen ilerideki Adalet Kasrı’na doğru ilerliyoruz, önünden geçiyoruz, ihtişamlı bir bina. Sarayın sağlam kalan tek kasrı imiş. Kanuni Sultan Süleyman’ın kanunları burada yazdığını söylerlermiş.
Adalet Kasrı’nın hemen geçer geçmez bizi Edirne Kırkpınar Yağlı Güreşleri’nin yapıldığı Stadyum karşılıyor, çok bakımsız görünüyor, zaten bu bölge Sarayiçi diye geçiyor, bu alanın burada bulunmasının da çok fazla bir gerekçesi yok gibi. Başka bir yere daha modern bir şekilde taşınması Edirne için daha faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Stadyumun önünde Kırkpınar Ağalarının heykelleri yer alıyor, isteyenler burada fotoğraf çekilebiliyorlar.
Sınırdayız
Edirne gezimizde son hedefe doğru ilerliyoruz. Bu kez hedefimizde Karaağaç var. Öncesinde Fatih Bey’in seyahat planında yer alan Simitçi’ye uğrayarak simitlerimizi alıyoruz(Fatih Bey tarafında) sonrasında yolumuza devam ediyoruz. Karaağaç’a giderken, eşsiz manzarası eşliğinde Meriç Nehri üzerinden geçiyoruz, sular çekilmiş olsa da yine de muhteşem bir manzaraya sahip. Karaağaç, Yunanistan’ın hemen yanı başında yer alıyor. Sınıra 2 km mesafede şirin mi şirin ve bir o kadar da sakin bir mahalle. Gençlerin uğrak yerlerinden, bir çok café yer alıyor bu bölgede. Bizi Karaağaç Tren İstasyonu karşılıyor, Edirne Tren Garı olarak inşa edilmiş olan bina 1998 yılında Trakya Üniversitesi’ne devredilmiş ve çeşitli amaçlar için kullanılmış. Yine bu alanda, 1998 yılında Lozan Anıtı ve Meydanı yapılarak açılış gerçekleştirilmiştir. Lozan Anıtı, Lozan Anlaşması ile Karaağaç‘ın tekrar Türk topraklarına kazandırılmasını ve Lozan Anlaşması’nda kazanılan diplomatik zaferi temsil etmekteymiş. Anıtın bitişiğinde ise Lozan Müzesi bulunmaktadır. Üç sütundan oluşan anıtta en yüksek sütun Anadolu’yu, sonraki en yüksek sütun Trakya’yı en alçak sütun ise Karaağaç’ı temsil etmekteymiş.
Tren istasyonunda yer alan nostaljik trende çekildiğimiz fotoğraflar ve sonrasında Karaağaç’tan yakaladığımız gün batımı fotoğraflarının ardından merkeze dönme zamanı gelmişti. Yine bu bölümde İrfan Özcan bir çok tarihi bilgi ile bizleri derinden etkiledi. Merkeze yakın bir yerde İrfan Müdürden vedalaşarak ayrıldık. Bu arada yol üzerinde Üç Şerefeli Cami’yi de görüyorduk. Bu da yine diğerleri gibi ihtişamlı bir yapı.
Edirne’den çıkmadan eşe dosya alınacak hediyelik yiyecekleri(kavala kurabiyesi, acı ezme, acı biber, badem ezmesi, vb.) uzun deneme ve uğraşlar sonrasında Kaner (Küçük Arslanzade)kardeşimizin yardımlarıyla Arslanzade’den alıyor ve malzemeleri arabanın arkasına attıktan sonra Edirne akşamını yaşamak için kendimizi Selimiye’nin yanından aşağıya doğru sallandırıyorduk. Mideler biraz boşalmıştı, bu kez istikamet Saraçlar Caddesi idi. Önce balıkçıların karşısında yer alan Sayınbaş Şekerleme’den Fatih Bey’in önerisi doğrultusunda badem ezmelerimizi alıyorduk. Sonra, cadde üzerinde bulunan Kırkpınar Lokantası’na gittik, tüm lokantaların bir arada olduğu bir yerde bulunuyordu. Burada da yediğimiz köfte, bonfile, ciğer, karışık ızgara, vb. yiyeceklerden sonra yeme-içme işini kapatıyorduk. Fakat bir noktayı atlamadan geçmek istemiyorum, buranın ciğeri öğlede yediğimiz Köfteci Osman’ın ciğerden kat kat güzeldi. Artık Edirne gezisinin sonuna doğru yaklaşıyorduk. Arabaların bulunduğu, Selimiye’nin karşısında yer alan otoparka giderek araçlarımıza binip İstanbul’un yolunu tutuyorduk.
Muhteşem bir Edirne deneyimi olmuştu benim gibi ilk kez Edirne’ye giden Umut, Gürkan, Ayhan ve Şefik için. Müdürümüz Fatih Bey’den sonra bizler de birer Edirne sevdalısı olduk.
Bu güzel günde birlikte seyahat ettiğimiz Umut, Gürkan, Şefik, Ayhan ve baştan sonra seyahati planlayan değerli Müdürüm Fatih Özcan’a teşekkürlerimle.
Bu günübirlik turda bize desteklerinizi ve sohbetini esirgemeyen Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan ve Turizm İl Müdürü İrfan Özcan’a saygılarımla.
Fatih Tur mu? Evet, Kesinlikle Fatih Tur…
Ümitçiğim yazılarını okuyunca bir daha Edirne’ye gitmiş gibi oldum. Kalemine, klavyene, emeğine sağlık. Yazılarının devamını bekliyoruz.
Sevgiler…