Baştan Başa Büyük İtalya Turu yazı dizisinin üçüncüsü…Venedik…
2.Gün Venedik’teyiz
Kuş cıvıltıları, güneş ama serin bir hava ile uyandık güne. Bugün Venedik’i gezme günüydü. Güne iyi başlamak için iyi bir kahvaltı gerekliydi.
Otel&Tur hemen yolun karşısındaki Ristorante ile anlaşmalıydı sanırım. Kahvaltıyı orada alacağımızı ilettiler. Ve merhaba….. İşte kahvaltı, reçel, peksimet, 1 dilim domates, 1 dilim kağıt inceliğinde kesilmiş kaşar peyniri, 1 adet ekmek ve 1 adet sıcak içecek. Başka bir bölümde diğer otel misafirlerine orta seviyede kahvaltı verilirken, bize görülen reva bu idi. Müthiş kahvaltımızın ardından yola çıkıyoruz. Otobüsü bindik, insanlar dün akşamdan koltuklara kıyafetlerini, şallarını, çantalarını bırakarak yer kapmışlardı bile. Tur Rehberi Serap hanım “Günaydııııınnnnn” diyerek başladı güne. Hedef aşıklar şehri Venedik. Ve deniz görmeye başlıyoruz İtalya’da…Vaporetto ile geçeceğimiz yere gelip otobüs park ediliyor ve biz otobüsten iniyoruz. Bu arada Vaporetto, şehir hatlarının biraz daha küçüğü gibi düşünebiliriz.İndiğimiz yerde küçük küçük dükkanlarda hediyelik eşyalar satılıyor ve bağırıyorlar “Batan geminin mallari, gel abiiii gelll” bunlar da kim demeye kalmadan Serap hanım açıklama yapıyor, bunlar Bangladeş’li arkadaşlar. Ekmek parası için düşmüşler yollara. İtalya’da çok fazla Bangladeşli bulunduğundan bahsediyor ve alış veriş yaparken mutlaka pazarlık edilmesi gerekiyor. 12 Euro’luk şapkayı 5 Euro’ya aldım, yani pazarlık şart. Yürüyerek Vaporetto’ya doğru ilerliyoruz. Vaporetto’ya bindikten sonra San Marco meydanına yakın bir yerde iskelede iniyoruz. Bu arada İtalya’da hemen hemen her şehire girişte ayakbastı parası verilmesi lazım Tur firmaları için. Adamlar işi aşmışlar. Turizm’den nasıl para kazanılması gerektiğini çok iyi biliyorlar.
Venezia’da karşı kısma geçtikten sonra, kendimizi görkemli kanallar ve San Marco meydanında buluyoruz. Venedik’te nereleri mi gezdik, Büyük Kanal, San Marco Meydanı, San Marco Bizilikası, Rialto Köprüsü, Dükler sarayı, Frari Santa Maria Gloriosa Bazilikası, Aziz Mark’ın Çan Kulesi, Ahlar Köprüsü ve bir çok yer. Venedik’in altını üstüne getirdik diyebiliriz.
İlk olarak, Serap hanım kısa bir tur yaptırdı. Gondol Tur’ununa katılacak kişilerle birlikte Gondol’a bineceğimiz yere ilerledik. 6’lı gruplar halinde Gondol’a biniş gerçekleştirdik. Yine bizde grup aynı idi,Erdoğan-Gülay, Muhammed-İnci…Gondol’da oynamak yasak, suya dokunmak yasak, onu yapmak yasak, bunu yapmak yasak. Bu ne lan hapishane gibi. Neyse biz bu fırsatı zevk almaya çevirdik. 30 dk boyunca Venedik kanallarında güzel bir gezinti gerçekleştirdik ve normalde 6 kişi 80 Euro’ya binilen Gondol’a biz Tur olarak 150 Euro vererek bindik :). Kappatur burada da es geçmemişti bizden bir şeyler koparmayı.
Öğle yemeği vakti gelmişti. Yemek molasında Serap hanımın tavsiye ettiği, hemen büyük kanalın kenarında yer alan OmniBus tercih edildi.
Mükemmel somonlu spagettisi, ev şarabı, tatlısı, salatası, patatesi, kalamarı derken müthiş bir sofra kuruldu. İtalya’da Turist menüsü olan yerlere çok mantıklı bakılmıyor. Ve siz sipariş verdikten sonra yemek hemen geliyorsa emin olun bu hazırda bekletilen bir yemektir ve kötüdür. Ama bekliyorsanız ve geç geliyorsa, o yemek yeniden yapılıyordur ve kesinlikle lezzetlidir. Gayette uygun fiyata, gayet başarılı yemekleri yedikten sonra dileyen misafirler Burano-Murano adalarına ekstra turla giderken, biz tercihimizi Venedik’te kalarak sokaklarda kaybolmayı seçtik. Bu serbest zamanı Erdoğan-Gülay ile değerlendirmek istedik.
Venedik’i Kanal Kanal Geziyoruz
Rialto Köprüsü’nden karşıya geçerek Venedik’in diğer tarafını keşfetmeye başladık. Dar sokakları, sakin kanalları, evleri, meydanları, dükkanları, yolları, insanları gerçekten hayal gibi bir yer Venedik. Girmediğimiz sokak, bakmadığımız mekan kalmadı. Ufak bir meydanda büfede satılan meyve salataları dikkatimizi çekti. 2 euro karşılığında meyve salatası alındı, ben soğuk suyun içerisinde bulunan dilimlenmiş hindistan cevizine odaklanmıştım. 1 euroya aldığım hindistan cevizini afiyetle yedim. Neler mi yaptık Venedik’te bol bol fotoğraf çekildi. Eşim bol bol güvercin besledi, Erdoğan-Gülay ikilisinin bol bol fotoğrafları çekildi. Onlar bizim bol bol fotoğraflarımızı çekti. Bol bol yürüdük, bol bol yedik, bol bol güldük. Yani kısaca Venedik bol bol yaşadık. Bolluklar şehri Venedik…
Serbest zaman bitip, buluşma yerine yavaş adımlarla ilerledik. Bekleme noktasında Muhammed-İnci ve turdan abimiz Mustafa abi beklemedeydi. 10-15 dk sonra Vapurettomuz diğer arkadaşlarımızı da alıp geldiler. Biz de diğer gruba katıldık ve otobüsü park ettiğimiz meydana doğru Vapurettomuz ile ilerledik. Yaklaşık 20 dk lık bir yolculuk sonrasında park alanına vardık. Yine burada Bangladeşli kardeşlerimizden ufak tefek hediyelik alışverişlerimizi gerçekleştirdik. Otobüse binerek yine dün akşam konaklayacağımız Antille Hotel’e doğru yola koyulduk. 20:30 civarında otele vardık.
Birazda otel çevresini keşfetmeliydik. Karnımızda hafiften sesler gelmeye başlamıştı. Otel çevresinde restoranlar vardı, fakat her yer çok sakindi. Biz en son sabah kahvaltı yaptığımız Ristorante’de pizza yiyip, bira içerek günü kapattık. İyi bir uykunun zamanıydı. Merhaba rüyalar…
3.Gün
Yine bir Venedik gününe uyandık. Otelin karşısında yer alan Ristorante’den reçel, peksimet, 1 dilim domates, 1 dilim kağıt inceliğinde kesilmiş kaşar peyniri, 1 adet ekmek ve 1 adet sıcak içecek olarak kahvaltımızı yaptıktan sonra, dün akşamdan hazırladığımız valizlerimizi otobüse yükledik. Hedef bu kez Floransa idi. Floransa hakkında tura katılmadan önce okuduklarım beni heyecanlandırıyordu. Çünkü her İtalya’ya giden kişi “oooo Floransa muhteşem” diyebiliyordu. Otobüs yolculuğumuz başladı. Sabah serin hava ile yola koyulduk, önce Venedik’ten yavaş yavaş çıktı otobüs. Bizim dilimizde Otoban İtalyanların dilinde Autostrade’ye bağlandık. Otobanlar genellikle 2 şerit, temiz, hız sınırlarına uyuluyor, herkes sinyal veriyor, yani kısaca birbirine saygı var. Bir müddet gittikten sonra trafik sıkıştı. Bu sıkışıklık normal değildi. Sağ şeritten sürekli itfaiye, polis, ambulanslar geçiyordu. Sanırım bir kaza vardı. İnternet olmadığından açıp da bakamıyordum. Yeri gelmişken, Avrupa’ya gittiğinizde mutlaka ama mutlaka yerel bir operatöre ait internetli bir hat alınması gerekiyor. Aksi halde zorluk çekebilirsiniz.
Bu trafikte, Türkiye’deki gibi bir tane araç emniyet şeridine girmiyordu. Yaklaşık 20 dk burada sıkışık trafikte seyrettikten sonra. Kaza olan yeri geçtik ki hemen ardından bir kaza daha vardı. Venedik-Floransa arası 260 km ortalama 3 saatlik bir süre.
Yol üzerinde ünlü Ferrari arabalarının üretildiği Ferrara bölgesini sol tarafta görüyorduk. Bu kadar önemli bir bölgeden geçerken buraya girilebilir, yarım saatte olsa burada zaman geçirilebilirdi. Fakat maalesef devam edildi. Kappatur burada da yanıltmadı. Bu kadar olumsuzluğa rağmen İtalya’yı yaşamalıydık ve yaşıyordukda.
Çok güzel dağlık ve yeşillik alanlardan geçiyorduk. Dağ yolu üzerinde bir benzin istasyonunda mola verdik.
İhtiyaç molasının ardından devam ettik. Yaklaşık 1 saat 15 dk sonra Floransa’ya vardık. Otobüsler, merkeze giremediği için bizi park yerinde indirdikten sonra Floransa sokaklarında yürümeye başladık. Sağlı, sollu eski binalar bizi karşılıyordu. Duomo Katedrali, San Giovanni Battista Vaftizhanesi’ni içlerine girmeden sadece dışarıdan gördük. Floransa’yı 2’ye ayıran işaret taşı köprüsü Ponte Vecchio bizi karşılıyor.
Köprü üzerinde kapalı çarşıda kuyumcular bulunmaktadır. Biz şöyle bir baktık sadece çok derinlerine inmedik. Signoria Meydanı ve heykeller muhteşemdi. Palazzo Vecchio da bulunan heykeller, aslan figürleri, saat kulesi Floransa’da görülecek 2 yerden biriydi sanırım. Meydanda bulunan Ristorante Pizzeria H. Bargello’da Serap hanımın önerisi ile sebze çorbası ve biftek yenildi…
Porsiyonlar az, et güzel fakat biraz pahalı idi. Uffizi Galerisi’ne geçtik. Buralar sokak sanatçılarıyla doluydu. Her yerde resim yapan kişiler mevcuttu. Yemek Sonrasında verilen serbest zamanı Floransa sokaklarında gezerek gerçekleştirdik. Florsansa’nın tiramususu ünlüydü, fakat sıcaktan ne bir şey yiyecek halimiz kalmıştı ne de zamanımız. Erdoğan-Gülay çiftiyle yine Floransa sokaklarını aşındırdık. Yine yol ortasında bulduğumuz kiliselere girerek biraz olsun sıcaktan yorgun düşmüş bünyemizi kendine getirmeye çalıştık. Floransa, Da Vinci ve Mikelenjelo eserleri ve hikayeleri ile doluydu. Buluşma noktasına giderken Da Vinci dükkanına girdik. Bazı ücretsiz bölümlerini gezdik etkileyici idi. Mona Lisa tablosunda fotolar çekildik, Da Vinci defterine yazılar yazdık.
Erdoğan’ın burada yazdığı yazı muhteşemdi. Direk Galatasaray’dan olaya girmişti. Galatasaray’a olan sevgisinden, transferlerden ve zamanın takımından bahsediyordu.
Buluşma noktasına biraz erken gelmiştik. Yol kenarında boş bir yer oturup sağı solu incelemeye başladık. İzlenimlerim şöyleydi. Taksi süren sürücüler genellikle genç bayanlardan oluşuyordu. Bu dikkat çekici bir görüntü idi. Bisikletli anneler çok yaygındı. Sadece anneler değil, bisikletli insanlar çok fazlaydı. Yine burada da insana saygı vardı Avrupa’daki gibi. Otobüse binerek konaklayacağımız Montecatini bölgesindeki otelimize doğru yola koyulduk. Montecatini Floransa’ya yaklaşık 30 dk uzaklığında muhteşem doğası olan Termal bir kasaba idi. İlk izlenim çok şirin bir yer olduğu yönündeydi. Tur rehberi Serap hanım da Montecatini’nin güzel bir yer olduğunu üzerine basa basa söylüyordu. Konaklayacağımız Europe Hotel. 2 şer Euro vergimizi(haracımızı) ödeyip odamıza çıktık ve eşyalarımızı yerleştirdikten sonra.
Aç olan bünyemizi doyurmak ve Montecatini’yi keşfetmek gerekiyordu. Erdoğan-Gülay ve Muhammed-İnci eşleri ile lobide buluşarak, biraz yukarıda bulunan otelimizin bölgesinden kendimizi aşağıya doğru saldık. Sağlı-sollu müthiş binalar, oteller, yeşillik, kuş cıvıltısı, sakinlik bizi bizden almaya yetmişti. Ana caddeye indikten sonra ilk olarak bir market arayışımız oldu. Malum yarın bizi nasıl bir kahvaltının beklediğini bilemiyorduk. İtalyanlar keyiflerine düşkün adamlar. Öğle vakti siesta yaparlar, akşam 20:00’de dükkan kapatırlar, çatal bıçağı önünüze atarlar, kısaca rahat adamlar. Önce otel yerini daha rahat bulabilmek için bir işaret belirlememiz lazımdı o da köşe başındaki bizim deyimimiz ile Tarabyalılar ama aslında Tarabaralla Cafe idi.
Önce sol tarafa, otobüsle geldiğimiz yöne yani Tren istasyonu tarafına doğru yürüdük. Saat 20:00’ı geçtiği için her yer kapalıydı. Şansımızı bu kez sağ taraftan yana kullandık. Orada da marketler kapalıydı. Bir marketin içinde temizlik yapan bayanları gördüm, tam o tarata doğru koşarak kapıyı açıp içeri girmemle, temizlik yapan bayanla yüzleşmemiz bir oldu. Open market dedim kendisine kötü bir dille. Bayan korkmuştu. Koşmam ve kapıyı açmam acayip abes olmuştu. Açık market bulma hayali suya düşmüştü. İleride ışıklı bir meydan görünüyordu, ilerlerken sağlı sollu kafeler mevcuttu. Dondurma sırasına giren insanlar vardı. Masalarda içilen turuncu şekli bir içecek vardı. Neydi bu ? O sırada turdan bir bayan rastladık. Ona bunun ne olduğunu sorduğumda Aperol Spritz olduğunu öğrendim. Denenmeliydi…Meydana vardığımızda sağda solda bir kaç tane restoran vardı. Onu mu yesek bunu mu yesek derken pizza yemeye karar verdik, köşede bir mekan dikkatimizi çekti. Da Lele…
Boş masa vardı fakat 2 kişilik. Bize 6 kişilik bir masa lazımdı. İçeriye girip konuşmaya çalıştığım benim tabirimle Dayı ile tanıştık. Dayı oranın sahibiydi. Bizim ayakta olduğumuzu gören bir çift yemeklerini bitirmek üzereydi. Masadan kalktılar ve bizim oturmamızı sağladılar. Kendilerine çok teşekkür ettik ve sohbete başladık. İsveç’ten gelmişlerdi. Bizim de İstanbul’dan geldiğimizi söyleyince koyu bir İstanbul muhabbeti başladı. Daha önce İstanbul’a gelmişler ve İstanbul’u çok beğenmişler. Dayı, gelerek bizden siparişleri aldı. Uzun beklemenin ardından pizzalarımız gelmişti. Hayatımda yediğim en güzel Margarita Pizza idi sanırım bu yediğim. Dayı ile sohbet koyulaştı. Müthiş bir sinerji içerisindeyiz. Bu arada yan masamıza bir çift geldi. Çift Türktü. Daha sonradan abla, kardeş olduğunu anladık. Onlar da Kappa Tur ile gelmişlerdi buraya. Yalnız biz kuzeyden Milano’dan başlamışken tura, onlar güneyden Napoli’den başlamışlardı. Yani onların geldiği yere biz, bizim geldiğimiz yerlere onlar gideceklerdi. Gideceğimiz yerlerle ilgili çok çok şey konuştuk. Hatta ertesi gün yapılacak olan Pizza-Sieana ekstra turuna katılmamaya ve kendimiz oralara bir şekilde gidebilmeyi dahi konuştuk. Hoş sohbet sonrası Montecatini’nin şirin, sakin sokaklarında yürüyerek otelimize vardık. Otelde internet ücretsizdi. Bir iki sosyal medyaya bakıp resimleri paylaştıktan sonra odalarımıza çekildik. Yorgunduk ve uyumamız gerekiyordu. Yarın uzun bir gün olacaktı. Erdoğan-Gülay çiftiyle birlikte yarın kendi imkanlarımızla Pizza-Sieana gezisi yapacaktık.
[…] Devamı 3. bölümde […]