2015 Temmuz ayının ortaları, Köln‘de geçirdiğimiz süre zarfında yakın Ülke ve şehirleri de gezme eğiliminde sürekli olduk. Bu sefer hedefimiz Belçika‘nın Flandra’nın Batı Flandra ilinin başkenti. Orta Çağ’dan kalma mimarisi, çikolataları, TenTen’i, dantelleri, Waffle, patates kızartması, faytonları, kanalları, sokakları ve biraları ile ünlü şehri Bruges(Brugge)…
Almanya’nın önde gelen otobüs firmalarından FlixBus üzerinden alınan biletle sabah erken saate soluğu Köln’ün Gummersbacher straße semtinde aldık, sabah uzunca bir koşuşturmanın ardından otobüsün kalkacağı durağa varmıştık. Saat olarak gecikmiştik, fakat otobüs de geciktiği için sabah stresini atlatarak otobüse bindik. En ön sırada oturduk. FlixBus Avrupa’da bir çok yere sefer düzenlemekte ve fiyatları inanılmaz derece uygun. Otobüste yaklaşık olarak 10 kişi mevcuttu. Şoför arkadaş değişik tarzı ile tüm gözleri üzerine çekmişti. İlk hedefimiz Belçika’nın başkenti Brüksel idi. Yolculuğumuz yaklaşık olarak 3 saat sürdü. Otobüsle hiç bir kontrol olmadan farklı bir ülkeye geçmek çok ilginç geldi ilk başta sonrasında buna da alıştık.
Almanya’da otobanlar temiz ve düzenle. Sürekli olarak elektronik tabelalarla gitmeniz gereken hızlar sizlere belirtiliyor. Bazen hız limitsiz de gidebiliyorsunuz. Otobanlar bizim ülkemizdeki gibi(!) ormanlarından arasında yer alıyor. Çevreye zarar verilmeden belki de 50-60 sene önce yapılmış yollar. Otobanların üzerinde üst geçitler dikkatimi çekiyor. Üst geçitler bildiğimiz üst geçit gibi değil, sağ ve soldaki iki ormanı birbirine bağlayan orman yol gibi düşünün. Neden yapılmış peki bunlar ? Ormanda yaşanan canlıların, geçişi için zamanında tasarlanmış, canlıları da düşünmüş bu Avrupalılar!
Almanya sınırından Belçika sınırına geçerken, Belgie tabelası sizi karşılıyor, ne bir kontrol noktası ne bir polis, Yolun sağ tarafında Avrupa birliğine girmeden önce bulunan atıl durumda kalmış kontrol noktası yer alıyor.
İlk durağımıza doğru yaklaşıyoruz, Brüksel(Brüssel) Noord tren garı. Otobüs ile buraya kadar geldikten sonra. Tren garına giriyoruz. Bruges‘e giden ilk trene hemen biletimizi alıyoruz. Kısa bir süre sonra tren geldikten sonra eşimle birlikte trene bindik. Tren’de ön kısımlar baya doluydu. Eşimle arka taraftaki vagonun daha boş olduğunu oraya ilerlememiz gerektiğini söyledik. Bu vagon ferahtı, genişti. cep telefonu şarj edilecek yer dahi vardı. Biz bir güzel koltuklarımıza kurulduktan sonra, kısa süre içinde bilet kontrolü için görevli geldi. Sevimli bir ifade ile bizlerden biletlerimizi göstermemizi söyledi. Biz rahat bir tavırla kendisine biletlerimizi gösterdik, ne var ki bir sorun vardı. Gülümseyerek yanlış vagonda bulunduğumuzu bu vagonun First Class vagon olduğunu ve farklı bir vagona geçmemiz gerektiği belirtti. Biz o hızla hemen önlerdeki farklı vagonlara doğru ilerledik, ilk bulduğumuz yere de oturduk. Yaklaşık 1 saatlik bir tren yolculuğunun ardından artık Bruges‘deydik.
Bruges tren istasyonundan çıktıktan sonra hemen yolun karşısına geçip, kendimizi aşağı doğru bıraktık. Nereye gittiğimizi bilmiyorduk, tek bildiğim yüksek bir kule gördüğüm ve oraya doğru gitmemiz gerektiği idi. Nitekim muhteşem sokaklardan, muhteşem intizamlı evlerin bulunduğu yerlerden geçiyorduk, sokaklar sakindi. Belçika yapısı hemen kendini belli ediyordu, gördüklerimiz karşısında hayranlıklarımızı gizleyemiyorduk. Aslında var olduğumuz yer eski Bruges diye geçiyordu. Buraya şehir demek çok doğru olmazdı, bir masallar diyarı gibiydi. Aslında şehir gibi büyük bir yer de sayılmazdı, kasaba en doğru kelime olabilirdi.
Yukarıdaki resimde görülen kule bizim yön tayin merkezimiz olmuştu. Hedefte oraya ulaşmak vardı. Belli ki orası ünlü Grote Markt meydanı idi ve o görülen de Belfry Kulesi idi. Daha yolumuz vardı…
Sokak aralarında gezinirken, ufak bir meydana vardık. Artık ünlü kanallar da bu bölümde başlamıştı. Daha da heyecanlanmıştık, gördüğümüz güzel manzaralar karşısında. İyi ki geldik dediğimiz bir yer di Brugge. Peki Brugge’i nereden duymuştuk da bu kadar heyecanlandırmıştı bizi Aamir Khan‘ın son filmi olan PK filminde görmüştük.
İnsanlar, kanalların üzerindeki botlarda turlara katılıyorlardı. Biz bunu tercih etmedik, o sokak senin, bu sokak benim sırt çantamızla gezmeyi yeğledik. Hemen bir Waffle dükkanı bularak biraz soluklanalım dedik. Güzel bir dükkana rastladık. Buraya gelen insanlar, peçetelere mesajlar yazarak duvarlara asıyormuş. Ünlü bir yermiş. Waffle da fena değildi hani.
Şekere ihtiyacımızı da giderdikten sonra artık meydana çok kısa bir mesafe kalmıştı. Acaba nasıl bir yer bizi karşılayacaktı. Zaten şu ana kadar gördüklerimiz bizi çok fazlasıyla etkilemişti. Biz Bruges’e kalmalı gelmemiştik. Günlük olarak gezip Köln’e geri dönecektik. O nedenle her bir dakika bizim için önemliydi. Ama gidecek olan kişilere tavsiyemiz mutlaka bir gece burada kalınması yönünde. Biz bir sonraki sefer gittiğimizde mutlaka bir gece kalacak ve bu muhteşem yerin keyfini daha fazla yaşayacağız.
Muhteşem çikolata mağazaları burada bulunuyor, bir tanesinde TenTen ve köpeği Milu karşımızda. Çok enteresan şeyler var bu dükkanlarda. Artık meydanın havasını hissetmeye başlamıştık. Bir kaç sokak sonra Grote Markt(Büyük Meydan) meydanına ulaştık. İnanılmaz güzel, renkli, ihtişamlı burası.Adete bir masal yeri…
Meydan’da her yerde faytonlar var, turist minübüsleri yine burada bekliyor. İsterseniz bunlara binerek şehrin önemli yerlerini oturduğunuz yerden de izleyebilirsiniz. Burada bulunan restaurant ve cafeler biraz pahalı. Ondan dolayı sokak aralarındaki restoranları önerebilirim.
Belfry Kulesi de çok ihtişamlı görünüyor. Kulenin yüksekliği yaklaşık 83 metre, hazine odası olarak inşaa edilmiş zamanında. Kulenin en üst kısmında bir saat yer alıyor. 336 merdivene sahip, buraya çıkılarak meydanı ve tüm Bruges‘i görebilirsiniz. Biz buraya çıkmadık, ama çıkılabilirdi. Yaklaşık 10 Euro gibi bir ücretle buraya çıkılabilir. Burada bir miktar zaman geçirdikten sonra, yine ara sokaklarda gezmeye devam ediyoruz. Alışveriş için ufak bir sokakları var. Burada sağlı sollu dükkanlarda kılık, kıyafet satılıyor. Ücretleri Türkiye’ye göre baya pahalı.
Buraya kadar gelmişken, Belçika birasının tadına bakmadan dönmek olmazdır. Bir kaç çeşit birayı burada denedik, gayet hoştu. Peki ya patates kızartması? Mükemmel üstüydü, ömrümde hiç bir yerde böyle güzel bir patates kızartması yediğimi hatırlamıyorum.
Bruges’in altını üstüne getirmiştik, girmediğimiz sokak, tatmadığımız tat, bakmadığımız yer kalmamıştı. Dönüşe geçme zamanıydı. Dönüş yolu için öncelik yine tren garı, oradan Brüksel, oradan da otobüsle Köln’dü. Geç kalmamak adına Bruges’deki son saatlerimizi de iyice değerlendirdikten sonra dönüş yoluna geçtik.
Brugge’de şunları mutlaka yapın;
- Bira ve patates kızartması,
- Waffle,
- Çikolata,
- Hediyelik magnet,
- Kanal turu,
Bir sonraki yazımda görüşmek üzere,
Seyahat le kalın,
[…] Belçika […]